The gipsy son in law (Turkish)

Narrator: İbrahim / Καλαμόκαστρο

 Çingene Güveyi (Turkish)

Ο τσιγγάνος γαμπρός (Greek) ´Vrat∫efski zet’ (Pomak)

 Ee, eskiden bugünki gibi vasıtalar sık sık, gidim gelim yokmuş. Hiç yanındaki köy biribirini tanımazlarmış. Böyle bir zamanda bir çingenenin çocüğ bir zengin bir ailenin kızıyla evlenmiş. Evlendikten sonra bunlar ilk bayramlarda orey gitmek biraz uygun gelmezmiş. Heralde kız biyenmez de kalıra yerindeye diye, bunlar da ilk bayramda yalnız olarak gitmiş güvey, kaynanasına-kaynatasına. Gittiği zaman kaynanası u kadar güzel yemek yapmış kii, o kadara çingene güveyin ağzında kalmış ve sormuş kaynana demiş:  Bu yemek çok tatlı demiş, nası yaptın bunu? E demiş yaparız biz. Kızın da yapar mı bunu? Elbette demiş getirirsen malzemeyi, aşerini elbet yapar. Bu da şimdi adına ne derler bunun demiş. Bunun adına Bumbar Dolması derler. Bumbar Dolması kalın barsaklardan çıkarılıp, içine dolduruylar malzeme, ciğerinnen şeyinnen, her bi malzemesinnen ve sonra unu pişirip, çok güzel bi yemek oluy gerçekten. Bu şimdi yatmamış orda, yidikten sonra da çıkmış kapıdan, çıktıktan sonra dönmüş geri, kaynana nedi u yemen adı? Bumbar dolması demiş. On adım gitmiş, gene unutmuş. Gene sormuş. Kaynana nedi u yemen adı? Bumbar dolması be oğlum demiş. Bu şimdi Bumbar dolması, bumbar dolması derkeydin çevirmiş bu lafı Hambar Dolmasın demeğ. Hambar dolmasın,Hambar dolmasın, Hambar dolmasın…..Bu şimdi bi çiftçi de çift sürürmüş, tulum ekermiş o zamanlarda öküzlerle çift haydi, haydi. A ben demiş, bu ne diy bu çingene be kendi kendine.Ben demiş uğraşıym da bu Hambar Dolmasın diye, demiş. Ne demekmiş dolmasın hambar, dua ediy. Oha di hayvanlara, hayvanlar da duruy. Uzun vendere, uzun sopa, değnek vardı o zamanlar, vendere derlerdi. Undan sonra u venderelen dirişi una bi sopadan geçiriy unu, ne deyem be ağcazım, yapma be ağcazım ne deyem be ağcazım. Bereketli olsun deceğsin, demiş. Bereketli olsun, bereketli olsun, bereketli olsun….Fakat bu bereketli olsun ama,çiftçi içindi. Biraz ileri gittikten sonra çoban gene eskiden bit de vardı insanlarda. Bugünki gibi diildi. Çoban da çıkarmış şeylerini, bitlerini temizlermiş ama o bereketli olsun….Çoban bu sefer sopasınnan ben unnarı yok etmeğ istiym, sen gene bereketli olsun, diysin. Una da bi çoban sopasından geçiriy unu. Undan sona ne deyem be ağcazım. Cinsi sünsün de, diy. Cinsi sönsün, cinsi sönsün.Bra gelirkeydin bi Hristiyan ölmüüş. Öldükten sona, tam mezarla götürdükleri sırada karşı gelmiş. Bu da cinsi sünsün, cinsi sünsün. Aa, bu bize cinsi sünsün deyi, aa….Bırakıyler ore ölüyü, bu hristiyanlar da bi sopadan geçiriyler unu. Tokat , mokat.. Ne deyem be ağcazım, yapma be ağcazım, ne deyem ? Kışalacasın demiş hastalığ kışaa,decesin , demiş. Fakat şimdi başka bi küye gelirkeydin, eskiden biz derdik  sarı asma. (siz nası diysiniz bunlara?) Sarı asma deyiler. Bi kuş kınalı üle sarılı, sarı sarı incirlerde incir ağaçlanda, üzümlerde,bağlarda üle şeyler yiyiler (Ne diysiniz bunlara?) Ha, neyse tamam, avcı kayrı kez alırmış, (hüüv)bu kışaa dermiş. Taa çok gördü beni şimdi kışa demezseydim düğceke deye, taa kışaa demiş. Gıır, uçmuş sarı asma da. Avcı vuramamış hiç bi tane. Bu sefer öfkelenmiş una silanın dipçinnen paat, küt. Yapma  beyav, napeyim süle ne deyem, nası yapeyim? Sine sine gitçeğsin, demiş. Sine sine ama beriye gelerkeydin, tamaam artık bostanlar varmış, karpuzlar, bekçi de orda tee yüsek bi ağacın üstünden bakarmış. Ha dermiş bu karpuz çalmağ geliy ama, ha bakalım şimdi hangi karpuza gircek?Hangi karpuza gircek?Bakıy, niyeti yok unun karpuz çalmakta, üle sine sine gidermiş: Bu demiş du bakam gideyim, bi sopa şişiriy beline. Yapma be ağcazım niçin vuruysun beni be ağcazım? Karpuz çalmağ gidisin. Be hayır be, bilmem ne… Nası gideyim? Kaykıla kaykıla gitçeğsin demiş. Ne bu sine sine gidiysin. Undan sonra kaykıla kaykıla, ama artık evine de gelmiş. Geldikten sonra, tamam , kapıdan gelceğ zaman kaykılırmış. Bu sefer eskiden kapılar biraz hem alçaktı, hem biraz örtülüdü, yoktu nerde bulacak, biraz örtülü, tak kafası vurmuş. Bi tane gene geri çıkmış, gene “karıbaşa” unlar üle derler, “karıbaşa” . Ne var, demiş. Geti baltayı ordan demiş. Be napçan? Kesçem bunu geçemiym, demiş. A, be sinsene. Sinersin sen demiş yi sopayı da, sinersin. Ben başıma gelmedik, kalmadı. Geti borey sen baltayı. Alıy baltayı, pata pata kesiy, üle geçiy ordan. A be noldu?A be ne olacak demiş annen güzel bi yemek  pişirdi, demiş, adını da unuttum demiş. Borey gelince demiş başına gelmedik kalmadı, demiş. Hepsi de birer kere sopa çektiler. Keşke üğrenmeyedim u yemeğ, demiş. Be üledi büledi, neyse bu büle kalmış.  Bir zaman geçtikten sona, iki ay, on gün sonra Ramazan Bayramından  iki ay on gün sonra Kurban Bayramı gelir, bizim. Kurban Bayramında yolda yayan yürüyelek giderlermiş. Giderleykeydin karısı demiş: Orda bak sofrada şimdi orda demiş terbiyennen yi yeme, demiş. Yapma terbiyesizlik demiş. Bi şey görmemiş gibi, sen de orda ayak uydur unnarın töresine demiş. Sen gene beni türtüver demiş, yemek ne zaman bakarsan demiş güzel, yemim türtüver beni demiş, ben demiş aklım başıma gelsin. Eeee, geliler artık giriler hoşbeş ağşam yemeğ oluy. Getiriyler kayrı yemekleri. Çeşit çeşit börekler, pilavlar etler be çorbalar, her şeyler getiriyler.  Getiriyler ama taam bi kaşık almış, o gene kedi varmış unnarda. Bi kedi istermiş yemek, kafasınnan hururmuş. Hemen yarabbi şükür demiş, çekilmiş kenara. Be yisene be yisene. Hayır demiş, yimemiş. Ama bu saat geldikten sona artık, yatçaklar, yatmışlaar. E bunnar tabi iki kişi bi odada başka yokmuş, onnar gitmişler öte odaya başkaları.Bunnar kalmışlar iki, odada. Karıbaşa, karıbaşa! Ne var, demiş. A, be ben acıktıma demiş. A, be sen zeten yimedine demiş. E sen beni türtüverdin ya demiş. E türttüysem, ben türtmedim seni. Kedi hurmuş sana demiş. Ben türtmedim seni. Ayy ne yapayım? Ta orda demiş dolapta al hepsiceğni dolabın üstünde yi demiş. Eskiden musandıra derlerdi, yorganları döşekleri dolaba koyarlardı. Beri tarafta yemek düzelme çanak çölmek durudu. Bu tarafta da banyo dolabı vardı. Yoktu bugünki gibi son sistem banyolar. Eh, unun üstü de boştu. Bu sefer yidiği yemekleri kaldırmışlar orey. Te demiş kalk al ordan, demiş,yi yiceğni.İndiriy sofrayı olduğu gibi, girişiy kalan çorbalara yi bakam çorba, etler, pilaflar. Hiç o kadara nefis , hiç o kadara lezzetli, hiç bırakamazmış. Yi bakalım, yi bakalım bi de üstüne bi tas ta yurt içmiş, yatış u yatış. Yatış ama bu kadar şiştinen karın ne olur? (şimdi biraz ayıp olcak ama) Undan sona tamaam yelleneyim demiş. Haar diye doldurmuş borey kadara. Undan sona sabağ olmuş hiç kalkmazmış. Kız demiş: Ana be  demiş anasına, git bakam demiş ne yapmış, sıçmış mı, napmış u demiş. Kalkamıy kalkmıy demiş. Aa, du ben gideyim demiş, kaynanası. Şimdi adını çarmış: Hüseyin, Hüseyin! Aaa ilk evela hiç ses çıkarmamış, iki üç defa, dört defa. Haa! Demiş. Kalk bakam be çöcüm hasta mısın, demiş. Ne oldu, niye kalkmadın sen? Aah demiş kaynana demiş, bi rüya gördüm ama demiş bi fena rüya demiş.  Hiç sorma demiş. Annat bakalım ne rüya gördün demiş ne olacak demiş: Minarenin üstüne minare koydular demiş, minarenin üstüne başka bi minare demiş, üstüne de demiş bi sini koydular demiş. Sininin üstüne bi iğne demiş, iğnenin üstüne de bi yumurta demiş. Yumurtanın üstüne de beni koydular demiş. İncecik de bi yel demiş esti. Ha düştüm, ha yumurta ezilcek, kırılcak, iğne gitçek başıma, ha ben yere düşçem, derken demiş kaynana sen olsan ne yapardın?demiş.Ne yapacam altıma işerdim korkudan demiş. E ben gene sıçtımya demiş. Aa kalk demiş madem sıçtıysandın demiş, insan yapar bunu. Undan sona bunu alıylar kuyudan çıkarıylar kufayı atıylar atıylar yıkıylar, hadi bakam uğrattırıyler. Masal da burda sona eriy.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 Ε, παλιά δεν υπήρχαν συχνά μέσα μεταφοράς όπως σήμερα, δεν πηγαινοερχόταν ο κόσμος. Σε δυο διπλανά χωριά δεν γνώριζαν ο ένας τον άλλον μεταξύ τους. Σε μια τέτοια εποχή ο γιος ενός τσιγγάνου παντρεύτηκε μια κοπέλα πλούσιας οικογένειας. Στο πρώτο μπαϊράμι μετά το γάμο δεν ήταν πολύ ταιριαστό να πάνε εκεί [στην οικογένεια της νύφης]. Έτσι λοιπόν κάνανε κι αυτοί και στο πρώτο μπαϊράμι ο γαμπρός πήγε μόνος του στα πεθερικά του με την σκέψη ότι ίσως η κοπέλα δεν θα ήταν ευχαριστημένη [από τον άντρα της] και[, αν πήγαινε] θα έμενε εκεί [στους γονείς της].
Όταν πήγε, η πεθερά του έκανε τόσο ωραίο φαγητό που η γεύση του έμεινε αξέχαστη για τον τσιγγάνο γαμπρό και την ρώτησε: «Πεθερά αυτό το φαγητό είναι πολύ νόστιμο. Πώς το έκανες;» «Ε», είπε αυτή, «το κάνουμε εμείς». «Αυτό το κάνει και η κόρη σου;», [ρώτησε ο γαμπρός], «Φυσικά», είπε αυτή, «αν φέρεις τα υλικά ..... φυσικά θα το κάνει». Αυτός τότε τη ρώτησε: «Πώς το λένε αυτό [το φαγητό];» «Το όνομά του είναι γεμιστό μπουμπάρι [bumbar dolması]»,  είπε αυτή. Το μπουμπάρι είναι παχύ έντερο και μέσα βάζουν  εντόσθια και τέτοια και ό,τι χρειάζεται και μετά το ψήνουν και πραγματικά γίνεται ένα πολύ ωραίο φαγητό. Αυτός [ο γαμπρός] λοιπόν δεν κοιμήθηκε εκεί. Αφού έφαγε, βγήκε από την πόρτα. Μόλις βγήκε, γύρισε πίσω. «Πεθερά», είπε, «ποιό ήταν το όνομα εκείνου του φαγητού;» «Γεμιστό μπουμπάρι», είπε εκείνη. Πήγε δέκα βήματα, πάλι το ξέχασε. Πάλι την ρώτησε: «Πεθερά, ποιο ήταν το όνομα εκείνου του φαγητού;» «Γεμιστό μπουμπάρι, βρε γιε μου», είπε εκείνη.
Αυτός λοιπόν [προχωρούσε] λέγοντας «γεμιστό μπουμπάρι, γεμιστό μπουμπάρι» [για να μην το ξεχάσει] άλλαξε το όνομα σε «το αμπάρι να μην γεμίσει, το αμπάρι να μην γεμίσει [hambar dolmasın]»... Ένας αγρότης όργωνε, εκείνα τα χρόνια όργωναν με τα βόδια, άντε άντε... «Α!», είπε [ο αγρότης], «τι μονολογεί βρε αυτός ο τσιγγάνος; Εγώ παλεύω και αυτός λέει να μην  γεμίσει το αμπάρι. Τι σημαίνει αυτό; Εύχεται να μην γεμίσει το αμπάρι;!»  Λέει «Οχά» στα ζώα και αυτά σταματάνε. Είχε μια μακριά βουκέντρα, εκείνα τα χρόνια υπήρχε ένα μακρύ ραβδί που το λέγανε βουκέντρα. Ρίχνεται λοιπόν σε αυτόν με την βουκέντρα και τον χτυπάει. «Τι να πω, βρε αγά μου, μην το κάνεις βρε αγά μου, τι πρέπει να πω, βρε αγά μου», [λέει ο τσιγγάνος γαμπρός]. «Θα πεις ‘Ο Θεός να τα πληθαίνει’», είπε [ο αγρότης].
«Ο Θεός να τα πληθαίνει, Ο Θεός να τα πληθαίνει, Ο Θεός να τα πληθαίνει....» [λέγοντας προχωρούσε ο τσιγγάνος]. Όμως αυτό το «Ο Θεός να τα πληθαίνει» ήταν για τον αγρότη. Αφού προχώρησε λίγο παραπέρα, ένας τσομπάνης... Παλιά στους ανθρώπους υπήρχαν και ψείρες, δεν ήταν όπως σήμερα. Ο τσομπάνης έβγαλε τα πράγματά του, καθάριζε τις ψείρες του, αλλά αυτός [ο τσιγγάνος έλεγε:] «Ο Θεός να τα πληθαίνει». Ο τσομπάνης με τη γκλίτσα του είπε: «Εγώ θέλω να τα  εξαφανίσω κι εσύ λες ‘Ο Θεός να τα πληθαίνει’;» Του ρίχνει ένα ξύλο με τη γκλίτσα του ο τσομπάνης. Έπειτα, «Τι να πω, βρε αγά μου;», [λέει ο τσιγγάνος]. «Πες ‘να χαθεί το σόι του [της ψείρας]’», λέει [ο τσομπάνης].
«Να χαθεί το σόι του, να χαθεί το σόι του, να χαθεί το σόι του», [λέγοντας προχωρούσε]. Καθώς πήγαινε πέθανε ένας χριστιανός. Τον συνάντησε τη στιγμή που τον πήγαιναν στο νεκροταφείο αφού πέθανε. Και αυτός [συνέχιζε να λέει] «να χαθεί το σόι του, να χαθεί το σόι του». «Α, αυτός μας λέει ‘να χαθεί το σόι του!’», [είπαν οι συγγενείς του νεκρού]. Αφήνουν εκεί τον νεκρό οι χριστιανοί και του τον περνάνε ένα χέρι ξύλο. Χαστούκια και τέτοια... «Τί πρέπει να πω, βρε αγά μου. Μην χτυπάς, βρε αγά μου, τι να πω;» «Θα διώξεις την αρρώστια», είπε, «θα πεις ‘ξου, ξου’».
 Όμως τώρα καθώς πλησίαζε σε ένα άλλο χωριό… παλιά εμείς το λέγαμε συκοφάγο. Εσείς πώς το λέτε;. Το λένε συκοφάγο. Είναι πουλί στο χρώμα της χέννας, κίτρινο, στα σύκα, στα σταφύλια, στα αμπέλια, τέτοια πράγματα τρώνε. Πώς τα λέτε εσείς; Τέλος πάντων, καλά. Ακριβώς τη στιγμή που ένας κυνηγός σημάδευε [έναν συκοφάγο] αυτός [ο τσιγγάνος] είπε «ξου! Τώρα πιο πολύ με είδε. Αν δεν πω ‘ξου’ θα με δείρει» κι άρχισε να λέει πιο πολύ «ξου». Και το πουλί, χοπ, πέταξε. Ο κυνηγός δεν μπόρεσε να χτυπήσει ούτε ένα. Αυτή τη φορά εκνευρίστηκε, τον ξυλοφόρτωσε με το κοντάκι του όπλου... «Βρε μη βαράς, τι πρέπει να κάνω, τι να πω, πώς να κάνω;», είπε [ο τσιγγάνος]. «Θα πας στα μουλωχτά», είπε [ο κυνηγός].
Καθώς όμως προχωρούσε στα μουλωχτά προς τα εδώ, έφτασε σε μποστάνια με καρπούζια. Ο φύλακας παρατηρούσε από ένα ψηλό δέντρο. «Χα», έλεγε, «αυτός τώρα έρχεται  κλέψει καρπούζι αλλά άντε να δούμε σε ποιο καρπούζι θα πάει τώρα; Σε ποιο καρπούζι θα πάει;» Βλέπει ότι αυτός δεν έχει σκοπό να κλέψει καρπούζι, έτσι πήγαινε στα μουλωχτά. «Άντε να πάω να ρίξω μια ματιά», είπε [ο φύλακας] και με ένα ξύλο τον χτυπάει στη μέση του. «Μην το κάνεις, βρε αγά μου. Γιατί με χτυπάς, βρε αγά μου;» «Πας να κλέψεις καρπούζι!», [είπε ο φύλακας]. «Βρε όχι, βρε…» δεν ξέρω τι..! «Πώς να προχωράω;», [είπε ο τσιγγάνος]. «Θα προχωράς άνετα, απλωτά. Τι είναι αυτό το μαζεμένο βάδισμα;», [είπε ο φύλακας].
Μετά από αυτό [άρχισε λοιπόν να περπατάει] άνετα και απλωτά. Έφτασε πια στο σπίτι του. Όταν έφτασε και ήταν έτοιμος να περάσει την πόρτα, ήταν άνετος και στητός.  Παλιά λοιπόν οι πόρτες ήταν και χαμηλές και λίγο σκεπασμένες, διότι υπήρχε φτώχια, πού λεφτά. Βρήκε και, τακ, χτύπησε το κεφάλι του. Πήγε πάλι πίσω. «Γυναίκα!», είπε.  Αυτοί έτσι λένε τη σύζυγο. «Γυναίκα!» «Τι έγινε», είπε αυτή. «Φέρε το τσεκούρι από εκεί», είπε. «Βρε τι θα κάνεις;», είπε αυτή. «Θα την κόψω», είπε, «δεν μπορώ να περάσω». «Α βρε, σκύψε», είπε αυτή. «Εσύ να σκύψεις και να πας στα μουλωχτά και να φας το ξύλο. Εγώ και τι δεν έπαθα!... Φέρε εσύ εδώ το τσεκούρι». Παίρνει το τσεκούρι, χτύπα χτύπα, την κόβει [την πόρτα] κι έτσι περνάει από εκεί. «Βρε τί έγινε;», [είπε η γυναίκα του]. «Τι να γίνει», είπε αυτός, «η μάνα σου έκανε ένα ωραίο φαγητό, ξέχασα και το όνομά του. Καθώς ερχόμουν εδώ και τι δεν έπαθα! Όλοι με έδειραν! Μακάρι να μην το μάθαινα εκείνο το φαγητό. Βρε ήταν αυτό; Βρε ήταν το άλλο;» Τέλος πάντων αυτό έτσι έμεινε.
Μετά από λίγο καιρό, δύο μήνες και δέκα μέρες, έρχεται το Κουρμπάν Μπαϊράμι [Γιορτή των Θυσιών], το δικό μας. Στο  Κουρμπάν Μπαϊράμι πήγαιναν πεζή στο δρόμο. Καθώς πήγαιναν η γυναίκα του είπε: «Εκεί στο τραπέζι τώρα να φας με ευγένεια. Μην είσαι αγενής. Μην κάνεις σαν νεόπλουτος. Να προσαρμοστείς στα έθιμά τους». «Κι εσύ σκούντησε με όταν θα δεις ότι είναι ωραίο το φαγητό, σκούντησέ με να μην φάω, να συνέλθω», είπε αυτός. Ε, έφτασαν πια, μπαίνουν, κάνουν κουβέντα, ετοιμάζεται το δείπνο. Φέρνουν και τα φαγητά. Λογής λογής πίτες, πιλάφια, κρέατα, σούπες, φέρνουν από όλα. Τα φέρνουν αλλά τη στιγμή που παίρνει ένα κουτάλι εμφανίζεται μια γάτα. Η γάτα ήθελε να φάει και τον χτυπούσε με το κεφάλι της. Αμέσως αυτός είπε «Δόξα τω Θεώ» και κάθισε στην άκρη. «Βρε φάε, βρε φάε», [του είπαν]. «Όχι», είπε, δεν έφαγε. Αλλά όταν ήρθε η ώρα να κοιμηθούν, δυο άτομα σε ένα δωμάτιο, άλλος δεν ήταν, αυτοί έμειναν οι δυο τους στο δωμάτιο. «Γυναίκα, γυναίκα!», [είπε]. «Τι έχεις», είπε αυτή. «Α, βρε», είπε, «πείνασα». «Α, βρε εσύ, αφού δεν έφαγες», [είπε αυτή]. «Αφού εσύ με σκούντηξες», είπε αυτός. «Σε σκούντηξα; Εγώ δεν σε σκούντηξα. Η γάτα σε χτύπησε», είπε. «Αμάν, τι να κάνω;», είπε αυτός. «Ακόμη είναι εκεί στο ντουλάπι. Πάρε όλα όσα είναι πάνω στο ντουλάπι και φάε», είπε αυτή. Παλιά το έλεγαν μεσάντρα. Έβαζαν στο ντουλάπι τα παπλώματα και τα στρώματα. Σε αυτή την πλευρά στέκονταν τα φαγητά και τα πιάτα. Και από αυτή την πλευρά ήταν το ντουλάπι του μπάνιου. Δεν υπήρχαν μπάνια της μόδας όπως σήμερα. Ε, και το πάνω μέρος ήταν άδειο. Αυτή τη φορά έβαλαν εκεί τα φαγητά τα οποία έφαγαν. «Να το, πάρε από εκεί, φάε ό,τι θα φας». Κατεβάζει το σοφρά όπως είναι, βάλθηκε στις σούπες που έχουν μείνει. Τρώει λοιπόν σούπα, κρέατα, πιλάφια. Ήταν τόσο υπέροχα, τόσο νόστιμα που δεν μπόρεσε να  τα αφήσει καθόλου. Έφαγε, έφαγε.  Από πάνω ήπιε κι ένα μπολ γιαούρτι. Πήρε κι έναν ύπνο! Όμως όταν φουσκώνει τόσο πολύ η κοιλιά τι συμβαίνει; Τώρα θα είναι λίγο ντροπή, όμως... Μετά από αυτό του ήρθε να αεριστεί. Πριιιιτ… γέμισε ο τόπος!. Μετά ξημέρωσε, αυτός δεν σηκωνόταν καθόλου. Η κοπέλα είπε στη μητέρα της: «Βρε μάνα, πήγαινε να δεις τι έκανε, έχεσε; Δεν μπορεί να σηκωθεί.» «Στάσου να πάω εγώ», είπε η πεθερά του. Φωνάζει λοιπόν το όνομά του: «Χουσεΐν, Χουσεΐν!». Στην αρχή δεν  απαντούσε, δυο, τρεις, τέσσερις φορές. «Αα», είπε, «σήκω λοιπόν, γιε μου. Άρρωστος είσαι; Τι έγινε, γιατί δεν σηκώνεσαι;». «Α πεθερά», είπε, «είδα ένα όνειρο, αλλά ένα άσχημο όνειρο. Μην τα ρωτάς.» «Για πες λοιπόν τι όνειρο είδες;», είπε, «τι θα γίνει;». Είπε αυτός: «Πάνω σε έναν μιναρέ έβαλαν έναν άλλο μιναρέ, πάνω σε αυτόν έναν άλλο και πάνω σε αυτόν έβαλαν ένα σινί», είπε, «πάνω στο σινί μια βελόνα και επάνω της ένα αυγό», είπε.  «Και πάνω στο αυγό έβαλαν εμένα. Φύσηξε ένας ελαφρύς άνεμος», είπε «Εκεί που έλεγα ότι τώρα θα πέσω, ότι το αυγό τώρα θα γίνει λιώμα, τώρα θα σπάσει, η βελόνα τώρα θα μπει στο κεφάλι μου, ότι εγώ τώρα θα πέσω κάτω», είπε, «πεθερά, αν ήσουν εσύ στη θέση μου τι θα έκανες;». «Τι να κάνω, θα κατουριόμουν από το φόβο μου» είπε αυτή. «Ενώ εγώ έχεσα», είπε αυτός. «Ε», είπε αυτή, «αφού έχεσες, συμβαίνουν αυτά». Μετά από αυτό τον παίρνουν, βγάζουν τον κουβά από το πηγάδι, ρίχνουν τον κουβά, τον πλένουν. Άντε λοιπόν, τον διώχνουν. Και το παραμύθι τελειώνει εδώ.

 Otnap´re∫ je ne i´m’alo ara´bi kak´sa ej´s’a. Ne sa ´hod’li i ne sa da´had’li in´sanɯn. Na dve se´la ne se sa poz´navali en´ni sɯs ´drugi. Naejsa´kɯva va´kɯt i za´man en´no ´kopele ´vrat∫efsko o´ʒen’lo se jæ na an´nɯ ´moma zen´ginska. Na ´pɯrven baj´ram otkak´no se sa o´ʒen’li ne go sa i´m’ali da ´idat naan´no na ´babana i na ´d’adono. İ en´oj sa ´stor’li i ´tijæ. Na ´pɯrven baj´ram ´hodi ´zeten sa´mit∫ek na ´baba mu i na ´d’ado mu. İ ´t∫udi se ´oti ´moʒe mo´mana da se ´rassɯrdi ot t∫u´l’akon hi. I ko ´dojde, ∫ɯ ´i∫te da prele´ʒi u ´majka hi.
A´ga jæ o´ti∫ɯl na ´baba mu, ´storila mu jæ ´jatce ´hubavo ´jato. Os´tal mu jæ f a´kɯla ´vrat∫une ´zet’une i po´pital jæ ´baba mu: “Ei´zi ´jato ´jatce meze´tli i ´jatce ´slatko! Kak go va´ri∫?” “E-e, ´vika mu ´babana, nie go va´rime ej´zi.”. ´Zeten ´pita: “ A dɯ∫te´r’ana ´prav’ li go?” “A’m t∫el´bet’, mu ´vika, ko done´se∫ kak´nano ´klavame, ∫ɯ go sva´ri”.  Toj ja po´pital kak go zɯ´vɯt ´jatoto. “Zɯ´vɯt go bum´bar-dol´ma” – mu ´vika ´babana - bum´baren ´stanava ot de´belana kor´mina i ´vɯtre mu ´klavame kor´mini, ´drebave, ´sɯrca, ´bubreci i kak´nano ´drugo ´tr’abava. İ pe´t∫eme go i a´nɯj ´stanava ´jatce ´hubavo ´jato”.
´Zeten’ jæ ne prele´ʒal u ´baba mu. Ot´kakno se sa na´jali, iz´liza ot vra´tana da si ´hodi. Kak´no iz´liza, ´vra∫ta si se i ´vika: “´Babo, kak za´v’aha ´jatoto´deto ´jadahme?” “Bum´bar” - mu ´vika tja. ´Krat∫nal jæ on ´krat∫ki i pak ja ´pita: “´Babo, kak go za´v’aha?” “Na´pɯlnen bum´bar, bre ´sinule!” I to opina pɯt, vɯrvi i vika: “Na´pɯlnen bum´bar, νa´pɯlnen bum´bar” za da go ne zaba´ravi. Prome´nil jæ ´ret∫kana i ´vika: “Da se ne
 νa´pɯlni ham´baren, da se ne νa´pɯlni ham´baren, da se ne νa´pɯlni ham´baren!”
E´din er´gatin o´r’al jæ, eijn´ava go´dini sa o´r’ali sas vo´love. I ´vika: “´Hajde, ´hajde, kɯ´na mo´mɯrka sa´mit∫ko ´vrat∫en? Ja ´mɯt∫em i to ´vika da mi se ne νa´pɯlni ham´baren! Kɯ´na ∫ɯ ´kaʒe ej´zi?”
´Vika “´Oha!” na haj´vanene i ´tije ´spirat. I´m’al jæ en´na ´dlega ´prɯt∫ka, pod´m’ata se na ´nega i ud´riva go. ´Vrat∫en mu ´vika: “Kak´na ti ´storih, bre a´ga? Ne´moj go ´pravi, bre a´ga! ´Kaʒ’ mi kak´na da ´vikam!” – go ´pita ´zeten. “∫ɯ vika∫: Al´lah da go na´plodi!  Al´lah da go na´plodi!”
´Kakno mu jæ ´rekɯl a´gana, ´zeten jæ ´vikal: “Al´lah da go na´plodi!  Al´lah da go na´plodi!”A´ga se jæ ba´ja izdale´t∫il, e´din of´t∫arin... Ot ´star’te go´dini jæ i´m’alo i ´mlogo ´vɯ∫ki, ne jæ ´bilo ´kakto eij´s’a... Of´t∫arinɯn  ´mɯt∫ilo jæ da o´t∫isti ´vɯ∫kine, ´vrat∫en jæ ´vikal: : “Al´lah da go na´plodi!”.  Of´t∫arinɯn  mu ´vika: ja ´i∫tam da si za´gub’at, Al´lah da gi ´krati, i ti ´vika∫ da hi naplo´di!” ´Dava mu en´na ´sopa i ´vika ´zeten: “Kak´na da ´vikam, bre a´ga?” “Da ´vika∫: da mu issu´∫i ´sojet’, da mu issu´∫i kore´n’et!”  
Za of´t∫arinɯn jæ ´vikal: “Da mu issu´∫i kore´n’et!” ot’ jæ im’al  mlogo ´vɯ∫ki.
“Da mu issu´∫i ´sojet’, da mu issu´∫i kore´n’et!” kak´no jæ ´vikal i vɯr´v’al jæ ´vrat∫en, u´mira e´din u´rumin, e´din hristi´janin. ´Sre∫ta hi kak´no sa ´nos’li dʒe´nazena (um´r’atono) na mezar´lɯka i to jæ ´vikal: “Al´lah da´no mu zagu´bi ´sojet’, da mu issu´∫i kore´n’et!”
“A, e´nozi ´vika da mu issu´∫i kore´n’et umr’alone!” – ´vikat um´r’alune ´vɯtre∫nine, os´tav’at eij´tam um´r’alono i pre´karvat go pres en´na ´sopa.
“Kak´na da ´vikam, bre a´ga? Ne´moj me ´bɯhta, bre a´ga, ne´moj me ud´riva, bre a´ga! Kak´na da ´vikam?” – pita ´vrat∫en.
“∫ɯ is´pɯda∫ ´bolnoto i ∫ɯ ´vika∫ “Ksut, ksut”!”
Kak´no jæ vɯr´v’alo, nab´liʒa na en´no ´selo. Na´pre∫ go ´nije za´v’ahme ´Smokvino ´selo. Vie kak go za´vete? I nie go e´nɯj ´vikame, ´Smokvino ´selo. En´no ´pile jæ kak´nano ´renken ´ʒelto, na ´smokvi, na ´grozde, na lo´zine, ena´kiva ´rabati ja´dɯt. Kak go za´vete vie? Kak´si∫te da jæ... E´din av´dzija ´mɯt∫i da ud´rije i da ´pukne en´nɯ ´pileno, en´nɯ ´smokvavina. Ei´nuzi vrat∫ ´vika: “Ksut! Eij´s’a me po-´hubave vi´d’a. Ako ne ´rekam “Ksut!”  ∫ɯ mɯ nabɯh´te”. I ´zelo jæ da ´vika po-´mlogo  “Ksut!”. I ´pileno – hop, iz´b’agalo. I av´dzijenɯn ne mo´ʒil da ud´rije ´nito en´no ´pile. Av´dzijenɯn se ´jatce ras´sɯrdil i ´dava mu en´nɯ ´sopa sɯs ´sapɯn ot t’u´feken.
“Ne´moj me ´bɯhta, bre a´ga!” - mu ´vika ´vrat∫en -  “Kak´na da ´vikam, kak´na da ´stor’am?” “∫ɯ vɯr´vi∫ pre´sez, ne´moj ´vika ´nikana!” – mu ´vika av´dzijenɯn.
Kak´no  jæ pak vɯr´v’alo pre´sez, aij´tuva ´spira pri kar´puzi i ´deno ´t∫uva kar´puz’ne go prig´l’ava ot en´no vi´soko ´dɯrvo. “Ha, ´vika eij´nuzi, -´Ide i ∫ɯ okra´de kar´puzi! ´T∫akaj da ´vid’me na ku´trɯ kar´puza ∫ɯ ´ide!”
´Vrat∫en ne jæ i´m’al ni´jet’ da kra´de kar´puza. L’oe´nɯj  vɯ´rvi pres g’urul´tija. “´T∫akaj da ´vid’a, jæ  ´rekɯl  ´deno ´t∫uva kar´puz’ne. I sɯs en´no ´dɯrvo go ud´riva pres ´kɯrstan.
“Ne´moj me ´bɯhta, bre a´ga!” - mu ´vika ´vrat∫en -  Za ka´kna me ud´riva∫, bre a´ga?” “Poj∫ da ukra´de∫ kar´puzi!” – ´vika ´deno ´t∫uva kar´puz’ne. “Bre ne, bre kak da ´vɯrv’am?” – go ´pita ´vrat∫en. “∫ɯ vɯr´vi∫ prost´r’at, ras´krat∫en, kɯ´na jæ eij´tuzi, vɯr´vi∫ pres ses i pres g’urul´tija?” – mu ´vika.
I ot´tam na´sɯj pak jæ ´zelo da vɯr´vi ras´pusnat i ´krat∫kine gu´l’ami. I ´spira u t’ah, faf ´kɯ∫tana. A´ga ´spira, za da si fle´ze pres vrat´ana, bil jæ ser´bes i ras´penat. Otnap´re∫ sa ´bili vra´tana i ´krɯpit∫ki i ´malko sɯs ´str’aha, ot’ ne i´m’alo va´kɯt i i´m’alo jæ fukar´lɯk, kɯ´de da ´imat pa´ri za gu´l’ama ka´pɯja... Na´hada go i “tak”- ud´riva se na gla´vɯna. ´Hodi na´zat i ´ruka: “´ʒeno, ej ´ʒeno! – ´tije ej´nɯj ´rukat ʒe´nɯna. “Ej, ´ʒeno, ej ´ʒeno!” “Kɯ´na jæ?” –´vika t’a. “´Donesi ´bradvata ot eij´tam!” – ´vika. “Bre kɯ´na ∫ɯ pravi∫?” “∫ɯ ja s´cep’am – ´vika – Ne ´mogam da ´pominam!” “A, bre, ´nagɯrb’aj se! ” –mu ´vika t’a.” “Ti se ´nagɯrb’aj, ´izej ´sopata i  ∫ɯ vij∫! ” - smo´mɯrkal jæ pres ses. – Ja ka´kna ne o´patih. “´Donesi ej´tuva´bradvata!”
Zel jæ ´bradvana, s´cepil jæ vra´tana i e´nɯj po´minal jæ ot vra´tana.
“Kak´na o´pati, kak´na ti  jæ ´stanalo?” – pita go ʒe´nɯna.
“Kak´na da ´stane!” – ´vika to, – ´Majka ti bæ ´stor’la e´din ´hubav je´mek’, zaba´ravih kak go zɯ´vɯt i ´kakto si i´d’ah naj´tuva, kak´na ne o´patih, vrit me o´t∫ukaha, vrit me na´bɯhtaha. Da bæ ne ´iskal da se ´naut∫em kak go zɯ´vɯt ej´nuzi ´jato, bre e´nɯj go zɯ´vɯt, bre en´ɯj go zɯ´vɯt!”
Kak´si∫te da jæ,  e´nava e´nɯj os´tanava. ´Setnæ fof ´malko ´vræme, dva ´mæseca i on ´denæ, do´hada i Kur´ban-Baj´ram. Na ´na∫en kur´ban-baj´ram vɯrv’al’ sa na nogi pres pɯten i mu vika ʒe´nɯnɯ: “Ej´tam na sof´rɯnɯ ∫ɯ ´senne∫ i ´nema da ´dume∫. ´Koto t∫u´l’ak ∫ɯ se´di∫, da ne ras´pitava∫, da ne ´pravi∫ ´koto ga si ne ´videval ´jato. Da ne ´pravi∫ ´kakno ´mladɯn zen´ginin.  Da ´pravi∫  kɯ´nako ´pravet i ne kɯ´nako ´i∫te∫. “Ti me ´tɯkni, ko je ´hubav je´mek’en’, ´tɯkni me da se ´sætem, da ne jam ´mlogo!” – ´vika to.
Spr’al sa, ´vlizat i zel’ sa da ´dumet. Na´gudat ve´t∫er’a, pri´nisat sof´rɯnɯ, na tep´ce na tep´ce ´klinavene, pi´l’afɯve, ´meso, ´t∫orbi, do´nisat ot ´sit∫ko. Do´nisat ala ´kakno go ´nos’at, a´ga ´zima lɯ´ʒicana, iz´liza en´no ´kote. ´İskalo da ja´de. İ ´tikalo jæ ´zæten sɯs gla´vɯnɯ. I l’ojno´gava ´vika: “Elhamdülillah!”. I ´s’ada na e´din kraj. “Bre, ´kɯsni, bre, ´jela da ja´deme!” - mu ´vikat.  “Ne ´i∫tam!” – mi hi ´vika. I ne jæ ´sennal da ja´de. A´la ko´gano jæ do´∫ɯl za´manɯn da ´l’agat, dva´mine fof en´na oda´jæ, ne jæ im’alo ´drugo ban´no. Dva´minana se sa bili fof
oda´jena i vika: “´ʒeno, ʒeno!”  “Kɯ´na ´i∫te∫?” – mu ´vika t’a.
“´A bre, oglan´n’am se!”  “A bre, ti ne ´jade!” – mu ´vika ʒe´nɯna. “Aga me tika∫e!” – hi vika to. “Tikala te sɯm?”- ´vika t’a. “Ja te sɯm ne ´tikala, ´koteto te ´tika∫e!” - mu ´vika ʒe´nɯna.   “Am’ s’a ka´kna ∫ɯ ´prav’me ej´se?” – ´pita to. “´E∫te si jæ ej´tam, na dula´pɯn. Zem’ go vrit kɯ´nano jæ os´tanalo i ´senni da ´kɯsne∫!”
Otna´pre∫ go sa ´vikali ham´bar (mu´sandra). Fof dula´pɯn sa ´klavali jur´ganene i d’u´∫ec’ne. Naj´sava ´strana se´di ´jatono i sa´hanene i ot ´drugana ´strana dula´pɯn na ha´mamɯn. Ne jæ i´m’alo bani´era ´kakno ej´s’a. İ ot´gore i´m’alo ´m’asto, ej´s’a sa ´klali ´jatono navɯ´rhu, sof´rɯnɯ sa ´klali ej´tam. ´Snima sof´rɯnɯ, ´zima sa´hanene ´deno sa o´stanali. Jæ´de ´supa, jæ´de pi´l’af, kɯ´nano jæ ar´tisalo, ne jæ mo´ʒil da go o´stavi.
´Jatono jæ ´bilo ´jatce ´hubavo. ´Jalo jæ, ´jalo jæ, otvɯ´rhu is´piva i e´din ka´uk ´ml’ako i zas´pava, ´zima go e´din sɯn. A´ga se na´duva ´jatce ko´remɯn kɯ´kna ´stanava (ejs’a ∫ɯ  jæ ´malko sram´livo), ala to jæ ne ´stanaval ´c’ala no∫, do´hada mu da se ispɯr´di: Pr-r-rt!... na´pɯl’nil’ jæ ´krajeno. O´sɯvnali sa i toj jæ ne ´stanaval. I mo´mana ´vika ´majci hi: “Re, ´majo, ´vɯrvi da vij∫ kɯ´na jæ ne ´stanalo! Kɯ´kna jæ ´storil! Ne ´moʒe da ´stane!” “´T∫akaj da ´idam da ´videm!” – ´vika ´babana. ´Ruka go na ´jumeno: “Huse´in! Huse´in!”
Ot´pɯrvano se jæ ne o´zoval, dva∫-tri∫-t∫et’ri∫ go ´ruka. “A! – ´vika – Ajde, ´stani, ´sinule! Da si ne ´bolɯn, kɯ´kna ´stana ta ne ´stanava∫?” “A, bre, ´babo, - hi ´vika – ´Videh e´din sɯn, ala e´din ´grozen sɯn! Ne´moj me ´pita!” “´Ajde, kaʒ’ mi, ka´kɯv sɯn si ´videl?”- mu ´vika ´babana. “Da ´vid’me kɯ´kna ∫ɯ ´stane?” – mu ´vika t’a.
“Vɯr´hu en´nɯ mina´re sa ´klali i ´druga mina´re i vɯr´hu ejnuzi i ´druga. Vɯr´hu ´drugana en´nɯ si´ne ´kladena. Vɯr´hu si´nena en´nɯ ´igla. Vɯr´hu ´iglana en´no jaj´ce –´vika. I  vɯr´hu jaj´ceno sa ´klali ´menæ! I ´lehnava e´din te´nɯk ´veter. Ka´kno ´vikah ej´s’a  ∫ɯ ´pannam i ∫ɯ ´panne i jaj´ceno i ∫ɯ se stro´∫i ej´s’a i ∫ɯ mi ´fleze fof glɯ´vɯsa ig´lana... ejs’a  ∫ɯ ´pannam od´dol!”- ´vika. “´Babo, ti na ´mojso ´mæsto kɯ´kna ∫ɯ b’a ´stor’la?”
“A, kɯ´kna ∫ɯ stor’am, ∫ɯ sa b’ah popi´kala ot ´uplah!” – ´vika t’a.
Pɯk to ´vika: “Ja se pɯk pos´rah!”  “E, a´ga si se po´sral, ´stanava na ban´nɯ∫!” I ot´tam na´sɯj go ´zimat, iz´vadat ko´ritono ot ka´jujenɯ, ´lit∫navat mu ko´ritono sɯs ´voda, is´kɯpal’ sa go i ´hajdæ, is´pɯdat go. I ´prikaznica sa ´svɯr∫va ej´tuva!